1977 yılında Bakırköy Hastahanesinin arkasında yeni kurulan lepra enstitüsünde tanıdığım genç doktorun hikayesi

Daha okurken evleniyor. İlk oğlunu dünyaya getirince ilk büyük hastalık, tüberküloz. İkinci oğlunda ikinci defa, ve bu sefer kemiklerine yayılmış. Tam 8 ay yüzüstü yatması gerekiyor. Üstüne 2 yıl boyunca da demir korse giymesi...O demir korse üstündeyken aslanlar gibi sınavları verip mezun oluyor.
devamı için >>

1977 yılında Bakırköy Hastahanesinin arkasında yeni kurulan lepra enstitüsünde tanıdığım genç doktorun hikayesi

"İmkansız" kelimesine meydan okuyan kadınlara hayranım. Birinci sırada da "o" var benim için.

17 yıl boyunca yaşadığı mahallede, ev sınırlarının dahi dışına çıkmasına izin verilmemiş. İlk özgür hissedişi, Tıp Fakültesine gitmek için Beyazıt tramvayına binişi... Hemen bir tıp rozeti alıp iliştiriyor yakasına, ömür boyu da en değerli takım o oldu diyor. Çünkü ilk ortaokul yıllarında başlamış doktorluğu hayal etmeye, üstelik gayet net bu konuda; köy doktoru olmak istiyor.

Daha okurken evleniyor. İlk oğlunu dünyaya getirince ilk büyük hastalık, tüberküloz. İkinci oğlunda ikinci defa, ve bu sefer kemiklerine yayılmış. Tam 8 ay yüzüstü yatması gerekiyor. Üstüne 2 yıl boyunca da demir korse giymesi...O demir korse üstündeyken aslanlar gibi sınavları verip mezun oluyor.

1958 yılında, ilk oğluna hamileyken hayatının dönüm noktasını yaşıyor. Cüzzamlılar Pavyonunu görünce! Gencecik, hamile bir kadın, o görüntüye arkasını döneceğine isyan ediyor, o insanlara böyle davranmaya ne hakkımız var diye... O an hayalini kuruyor Lepra Hastanesinin. Ne parası ne gücü var, ama işte "inanç" denen o kuvvet içinde!

Bu ülkede cüzzamlılara ilk "eliyle" dokunan doktor o. Önce Cüzzamla Savaş Derneğini kuruyor. 1977de ise hayalini gerçekleştiriyor, Lepra Hastanesi! Öncelikle orada çalışacak doktor ve hemşire bile bulamıyor, korkuyor herkes çünkü.
Devletten yardım filan hak getire... "Parasızlık, imkansızlık değil, bahanedir" diyor. Kendisi diğer hastane personeliyle bir olup dikiş makinesinin başına oturup nevresimler dikip kermeslerde satıyor, kullanılmayan sigara filtrelerinden yastıklar yapıyor satıyor gelir olsun diye...

Umutsuzluk kitabında yok. "Ömür boyu hep sıfırdan başlamaya hazır hissettim kendimi" diyor, "Başıma en kötü ne gelebilir; tıp diplomamı elimden alırlar. Ee ne var, gider yeniden mezun olurum"

Kız çocuklarını okutmak için gayretlerini hepimiz biliyoruz. Ama ya insan yanı?
Renklerden kırmızıyı, çiçeklerden papatyayı sevdiğini, kabak çekirdeğine bayıldığını, çocukluğuna dair en özlediği şeyin dalından kopmuş şeftali olduğunu...

Bu ülkeden bir Türkan Saylan geçti.
Ama yaşadığına öylesine değdi ki, bir ömre bir kaç ömürlük sevap kattı da gitti.

Teşekkürler güzel insan, adın tarihe altın harflerle yazıldı. 
Reklamlar