MUHARREM SARIKAYA / HABERTÜRK
YAZI DİZİSİ 1
“BEN bir rampadan fırlatılmış adamım, Türkiye’nin gerçeği rampasından...”
Bu sözle tanımladığı hayatının yaşam hedefini de şöyle koyar: “Yeşil başağın tane doldurmadan kurumaması için onun peşine düştüm...”
Kendi anlatımıyla, 1920’de 20’si Müslüman, 4’ü Rum 24 mahallesi olan, 20 camili, 1 kiliseli Isparta’nın, 20 km ötesinde olmasına karşın 4.5 saatte varılabilen üç mahalleli İslamköy’de 1924’te dünyaya gelir. Atalarının o topraklara ne zaman geldiğini de bilmez. Çünkü ikisi de hafız olan dedelerini doğmadan önce kaybetmiştir. Baba tarafından dedesi Hafız Süleyman, nenesi Şehriban Kadın’dır; anne tarafından ise dedesi Hafız Abdullah, nenesi ise Zübeyde Kadın’dır. Babaannesi Şehriban Kadın’ın yaşamında rolü vardır, Isparta’ya ortaokulu okumaya gittiğinde yanında kalır. Geleceğini şekillendiren babası hakkında övgüyle söz eder. O zamanda her mal padişahın olduğu için evlada miras kalmazmış; babası da evliliğinin ilk yıllarında atına bindiği gibi Kurtuluş Savaşı’na gitmiş. Dört cephede savaşmış. Savaştan dönünce annesi Ümmühan Demirel ile 150 dönüm araziyi, bir de evi yapmış. Herkese yardım eden, saygı gören bir kişiymiş. Bunları sıraladıktan sonra babası Hacı Yahya Demirel’i şöyle tanımlar:
“Bir kuzuyu, bir sürü koyun yapmıştı. Mal mülk edinmiş, varlık sahibi olmuştu. İmkânlarını aşmazdı, yani çoluğunu çocuğunu sıkıntıya sokacak macera sayılacak alışverişin içinde olmazdı...”
Ablası Afife, erkek kardeşleri Şevket ve Hacı Ali ile 6 nüfuslu bir Anadolu ailesinin reisi babasının bir başka özelliğini de şu cümleyle aktarır:
“Her ihtimali düşünüp en kötü olana göre tavır geliştiren temkinli adamdı...”
‘ÖRDÜĞÜ ÇORABI, DİKTİĞİ ÇAMAŞIRI’
“Üniversiteyi bitirene kadar onun ördüğü çorabı, diktiği çamaşırı giydim” diye andığı annesi Ümmühan Demirel’i tanımlarken, “Nur yüzlü güzel kadın” diye söze başlar, devam eder: “Biz mesut bir Anadolu ailesi idik. Hayatı ciddiye almış, hayat mücadelesini hiçbir zaman şikâyet konusu yapmamış, bu mücadelenin altında ezilmemiş gerçekçi, çalışmayı şiar edinmiş, lüksü, israfı, şatafat ve tantanayı değil, kendi işinde gücünde olmayı, tevazuyu, iyi kalpliliği, yardımseverliliği hiç elden bırakmamış, kimsenin malında mülkünde gözü olmamış, hakka hukuka riayetkâr, toplumdan rahatsız olmamış, toplumu rahatsız etmemiş bir aile idik.”
DAVUL ÇALMAK YASAKTI
Aidiyetini “Bizim doğup büyüdüğümüz bu bölgede Ertokuş Bey’in vurduğu mühür hâlâ itibarını muhafaza eder” diye tanımlar. İslamköy’e yarım saat mesafede, ilk adı Aras (Argos’tan gelir) olan Atabey’dedir Ertokuş Bey’in türbesi. Külliyenin kitabesinde 1224 tarihi yer alır, Sultan Keykubat’ın “atabey” lerindendir. Ertokuş Bey, davul çalınmasının uğursuzluğuna inanır; bundan dolayı 7 asırdır İslamköy ve çevresindeki köylerde bir tek gün davul çalınır. Süleyman Demirel, “Bir kez davul çalındı, 1935 yılıydı, başımıza nelerin geldiğini gördük” diye anlatır o günleri, hâlâ ürkerek: “Davraz Dağı. Sabahleyin kalkınca hep o dağı görürdüm; yaz kış başı karlı. Bir ihtişamdı o. Bir ovamız vardı, öylesine yeşildi ki, halı gibi desem, o kadar büyük halı olmazdı. Denizdi. Bittiği yerde dağ başlardı. O ova, davul çalındığı yıl kurudu. Ondan sonra davul çalınmadı...”
O yılı hiç unutmaz, devam eder: “Köylü çıra yaktı. Çam ağaçlarının özünü kesti; suçtu. Hayvana tuz yedirmek için, acı gölün tuzunu tırnağı ile kazıdı. Geven (dikenli ot) tokmakladı. O ot toprağın son çağrısı, ben ölüyorum demesidir.”
‘ÇOBAN SÜLÜ...’
İslamköy’de üç öğretmenin bulunduğu ilkokulun bittiği, ortaokula gitme zamanının geldiği dönemdir. Babası elinden tutup Isparta’ya götürür.
Kayıt parası 55 kuruştur, 6 fotoğraf 15 kuruşluk pul ve ilkokul diploması da istenmektedir. Hepsini bir çırpıda yaptırır, gerisini Demirel anlatır:
“Her sınıf A, B, C üç şubeye ayrılmıştı. A’yı muntazam giyimle kente alışık memur çocukları oluşturuyordu. B, orta halli esnaf çocuklarıydı. C üstleri başları olduğu gibi köylü çocuklarıydı. Üçüne de aynı öğretmenler ders veriyordu.”
Babası biraz içerler, ama Demirel köylü olmaktan hiç gocunmaz. Babası bir ev tutar, yanına da babaannesini koyar. Galiçya cephesinde savaşmış, taş okulun yanındaki küçük beton binada oturan Müdürü Hilmi Dilmen’i de hep anar, “Avrupa” adını da ilk ondan duyar, yaşamında ona hep yer ayırır.
Tatil dönemlerinde İslamköy’e gider, babasının beslediği sürüye çobanlık yapar, “Çoban Sülü” lakabını da buradan alır.
İlk radyo, İslamköy’e 1936’da girer, “Dayım almıştı, Nazmiye’nin babası. Köy odasına konmuştu” diye anlatır.
İNÖNÜ İLE İLK KARŞILAŞMA
Tam da bu yılda, Isparta tren yolu tamamlanır, babası açılışa götürür. Demirel’in 1936’da 12 yaşında iken selamladığı lider, yıllar sonra kıran kırana siyasi mücadelenin içine gireceği İsmet İnönü’den başkası değildir. Bu istasyon sonraki yıllarda hayata çıkışının önemli kapısı haline gelir.
MUĞLAAFYON YILLARI
Ortaokul biter, üç erkek, bir kız yatılı parasız devlet sınavını kazanır, ancak Isparta Garı’ndan Muğla Lisesi’ne üç erkek trenle uğurlanır. Tam pencereden el sallarken annesi bir elma uzatır; diğer iki erkek arkadaşının yanında alırken yüzü kızarır. Muğla’da uzun süre kalamaz, çünkü öğrenciler plansız şekilde gönderildiği için yer yoktur, Afyon Lisesi’ne yollanır.
İSTANBUL YILLARI
Demirel 1941’de liseyi bitirdiğinde köyünde hâlâ elektrik yoktur. “Köyden Isparta’nın ışıklarını seyrederdik” diye başlar anlatmaya, “Orada elektrik vardı, bizde yoktu. O ışıkları şehre ait bilirdik” der. Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’na girmemek için direndiği yıllardır, hedefi mühendislik mektebine gitmektir.
Sınavı kazanır, İstanbul yolu görünür. Babası Yahya Demirel, “Dayımın kızı” dediği babasının teyzesi Sakine Hanım’ın torunu Nazmiye Şener ile nişanını takıp öyle gönderir. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu’ndadır, Makine Fakültesi’ne başlar, ama değiştirip İnşaat Fakültesi’ne geçer. Birkaç arkadaşıyla kiraladığı ev ile fakülte dışında hiçbir yere gitmez, Beyoğlu’na bir gün dahi çıkmaz. Amcası Hafız Ahmet Efendi’nin yanında İzmir’de liseyi bitiren kardeşi Şevket Demirel de 1945’te İTÜ sınavını kazanıp yanına gelir. Ortaokul gibi lisede de A, B sınıflarına o dönem etkin olan Fransızca ve Almanca öğretilirken, onun C bölümüne İngilizce düşmüştür. Bunu fırsat bilir, İTÜ’de İngilizce’sini geliştirmek için “Berlitz Lisan Kursu”na kaydolur. Bu ABD yolunu açan bir kapı da olur.
“İstanbul ile fazla bir temasım olmadı. İstanbul benim için okul oldu” dedikten sonra kente bakışını anlatır:
“Onu çok uzaklarda bir ışık gibi görmüştüm önceden. Sonra bir yere varmak için merdiven saymıştım. İlişkimiz, İstanbul’un doğasınaydı.”
Ailesi ve ortaokul müdürünün yüklediği öğretiyle üniversitede Türkİslamcı gruplarla takılır; Necmettin Erbakan, Korkut ve Turgut Özal kardeşlerle tanışır.
‘EVERMEDEN GÖNDERMEM...’
Önce Burdur’da çalışır, üniversitedeki boykot yılında da ilk işini bulur, Isparta Devlet Hastanesi inşaatının birinci katının denetimini yapar. Aklında hep su mühendisi olma fikri vardır, gerekçesini de şöyle anlatır: “Ovamıza, Davraz’ın tepesinden inen karın suyunu getirebilmekti amacım; annem 150 metre ileriden su taşırdı, Anadolu’da su taşımaktan kadınların kolları uzardı; onun için su mühendisi olmak istedim.”
ABD’ye gitme fikrini de babasına bu dönemde açar, Hacı Yahya Demirel telaşa kapılır, bir an önce başını bağlayıp, evli olarak göndermek ister.
Çünkü, ABD’ye bağımsız gitmiş olsaydı, “Ecnebi bir gelinle dönebilirdi” ya da “Sapı kökü bizden, Amerikancalaşmış bir bilgiç, hayat arkadaşıyla kol kola gelebilirdi.”
O da ailenin canını sıkardı.
“O nedenle bildik, tanıdık, kendinden biriyle evlendirmek daha evladır” diye düşünülür. Zaten 7 yıldır nişanlı olduğu babasının teyzesinin torunu Nazmiye Şener ile evlendirilip gönderilmesinin daha hayırlı olacağına karar verilir. Anadolu’da düğün en az üç gün sürer; ancak Demirel üçüncü gün bitmeden Isparta’daki şantiyeden çağrılır, Aralık 1948’deki düğününden apar topar ayrılır. Menderes’li yıllar başlamıştır, Şubat 1949’da boykotlar nedeniyle bir yıl gecikmeyle İTÜ’den diplomasını alır, önce İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nde işe başlar. Ancak yatılı okumasının karşılığını ödemesi için devlet memuru olması gerektiğinden 1950’de Elektrik İşleri Etüt İdaresi’ne geçer ve araştırma yapmak için ABD’ye gider.
1953’te dönünce görev yaptığı Seyhan Barajı Müdendisi iken Başbakan Adnan Menderes’in dikkatini çeker.